Bir evin salonunda, yıllardır aynı masa etrafında toplanan insanlar düşünün. Anne el açması börekleri koyarken, baba dünkü müşteriyle yaşanan gerginliği anlatıyor. Ağabey maliyetleri düşürmenin yollarını ararken, küçük kardeş çocuklarının ödevinden dem vuruyor. Arka planda ise belki de farkında olunmadan iş planları şekilleniyor, kararlar alınıyor, stratejiler kuruluyor. Sofra başında kurulan bu “gündemler”, zamanla mutfakla ofis arasındaki çizgiyi silikleştiriyor.
Ama bir yerde sormak gerekiyor: Nerede bitiyor aile, nerede başlıyor iş?
Her Şeyin İç İçe Geçtiği Bir Dünya
Geleneksel ticaret kültüründe, birlikte çalışan bireylerin birbirine olan bağları çoğu zaman sadece ticari değil, duygusaldır da. Ortaklıkların temelinde çoğu zaman çocukluk anıları, paylaşılan sofralar, birlikte büyülen rüyalar vardır. Bu bağlar güven duygusunu güçlendirir, fedakârlığı artırır, hızlı kararlar alınmasını sağlar. Ama aynı bağlar, çatışmaların da daha derin yaşanmasına neden olur.
Özellikle karar alma süreçlerinde roller netleşmemişse, iş ve özel hayat birbirine karışırsa; iletişimde kırılmalar başlar. Patronun aynı zamanda abi olduğu, yöneticinin aynı zamanda damat olduğu, muhasebecinin de teyze kızı olduğu bir yapıda, duygularla alınan kararlar objektifliği gölgeler.
Bu sebeple bazı sofralar bir süre sonra suskunlaşır. Ne iş konuşulur ne de gönül…
Evin Sıcaklığı, Ofisin Ciddiyeti
İş dünyasında başarı için sadece iyi niyet yetmez. Samimiyet güzeldir ama ölçüsüzse yön kaybettirir. Evin sıcaklığı ile ofisin ciddiyeti arasındaki dengeyi kuramayan yapılar, büyüme sancılarını yönetmekte zorlanır.
İşte bu noktada bazı önemli sorular belirir:
- Kararlar hangi zeminde alınıyor?
- İş dağılımı ne kadar objektif?
- Hesap verilebilirlik nasıl sağlanıyor?
- Performans kriterleri var mı?
- Akrabalık ilişkileriyle iş ilişkileri çakıştığında kim baskın çıkıyor?
Bu sorulara net cevaplar veremeyen yapılar, ne yazık ki bir süre sonra ya profesyonelleri barındıramıyor ya da kendi içinden biri ayrıldığında tüm düzen bozuluyor.
Sofrada Değil, Yapıda Kurulmalı Sistem
Sistemsiz yapıların kaderi genellikle günü kurtarmaktır. Bugün gelen siparişi yetiştirmek, yarınki çekin hesabını kapatmak, ertesi gün yeni eleman bulmak… Ama bu döngüde uzun vadeli planlamaya, stratejik düşünceye, sürdürülebilir büyümeye yer kalmaz.
Oysa ki belli başlı yapısal adımlar atıldığında bu döngü kırılabilir:
- Rol tanımlarının netleştirilmesi: Kim ne iş yapıyor, kime rapor veriyor? Unvanlar sadece kartvizitte değil, uygulamada da belirleyici olmalı.
- Karar mekanizmalarının sistemleşmesi: Her karar sofra başında değil, kurul kararlarıyla, tutanaklarla, süreç yönetimiyle alınmalı.
- Performans değerlendirme sistemleri: Akraba ya da değil, herkesin emeği ölçülebilir ve değerlendirilebilir olmalı.
- Duygularla değil, verilerle yönetim: Hangi ürün ne kadar kâr getirdi? Hangi şube iyi gidiyor? Kim ne kadar katkı sağlıyor?
İşte bu soruların cevabı, sofrada değil, yapıda gizlidir.
İlişki Yönetimi: İşin Kalbinde İnsan Var
Her şey sistemlerle kurulsun, her şey profesyonelleşsin derken bir noktayı da unutmamak gerekir: İnsani bağlar hâlâ çok kıymetlidir.
İnsan unsuru, bir işletmenin ruhudur. Bu ruh zarar görürse, şirketler sadece yapılar değil, kimliklerini de kaybeder. Bu yüzden:
- Saygı, hiyerarşinin temelidir.
- Samimiyet, suistimalle karıştırılmamalıdır.
- Aile içi sevgi, iş içi adaleti gölgelememelidir.
İşletmeler, hem şefkati hem şeffaflığı aynı anda taşıyabildiği ölçüde sürdürülebilir olur.
Sürdürülebilir Başarı İçin Yapısal Dönüşüm
Günümüz rekabet ortamında güçlü olmak için sadece kaliteli ürün yetmez. Artık pazarlama, insan kaynakları, finansal yönetim, dijitalleşme gibi her alanda güçlü bir altyapıya sahip olmak gerekir. Bunun yolu da yapısal dönüşümden geçer.
Bu dönüşüm:
- Kararları kişilere değil, süreçlere bağlar.
- İş yükünü tek bir kişiden alır, kurumsal belleğe yayar.
- Kişilere bağımlı değil, sistemlere bağımlı bir işleyiş kurar.
Bu sayede bir gün masadan biri kalksa da düzen bozulmaz, çünkü yapı kendini taşır hale gelir.
Yeni Neslin Sorusu: “Neden Böyle?”
Artık yeni kuşaklar, sadece işin yapılma şeklini değil, nedenini de sorguluyor. Onlara göre başarı, sadece para kazanmakla değil, anlam üretmekle de ilgilidir. Bu nedenle yeni nesil, şeffaflık, adalet, açıklık gibi kavramlara daha çok önem veriyor.
Eğer yapılar bu değerleri içselleştiremezse, gençler kendi yollarını çizmeye başlıyor. Ve bazen “ayrılık” kaçınılmaz oluyor.
Oysa doğru bir yapılanma ile nesiller arası köprü kurulabilir. Hem tecrübe aktarımı sağlanır hem yenilikçilik desteklenir. Bu da uzun ömürlü ve sağlıklı büyümenin anahtarıdır.
Sonuç: Aynı Sofrada Farklı Roller
Aynı sofrada oturmak güzeldir. Ama o sofrada herkesin farklı bir rolü olduğunu unutmamak gerekir. Baba olarak sevgi vermek başka, yönetici olarak karar almak başkadır. Abla olarak destek olmak başka, finans yöneticisi olarak rapor sunmak başkadır.
İşin içinde duygu varsa, iş daha anlamlı olur. Ama işin içinde sadece duygu varsa, yapı kırılgan hale gelir.
Bu yüzden yapılması gereken şey; sofradaki bağı kaybetmeden, ofisteki düzeni kurabilmektir.
Çünkü asıl mesele, birlikte yola çıkmak değil, birlikte yolda kalabilmektir.