Her yıl KKTC turizminin ekonomiye olan etkisini artırmak için planlar yapılır. Eğlence ve istirahat odaklı, güneş ve sahillere yönelik, daha fazla turistin KKTC’ye gelmesi nasıl sağlanır diye genel geçer amaçlar üzerinden kararlar alınır. Bu tür bir kapasiteye yönelik turizm planlaması oldukça eksik ve etkisiz kalacaktır. Çünkü bu tür bir turizme yönelik kitlesel taşımacılık sadece deniz sahillerindeki hotellerin kısıtlı ortamını ihya edecek düzeydedir. Kısıtlı gezilerle sınırlanmış bir turist kitlesi hedeflendiği zaman, dolaşımın az olacağı, dolayısıyla da harcamanın az olacağı bir ekonomik verimliliktir söz konusudur.
Peki, Kıbrıs’ın Kuzeyi mevzu bahisken sadece sahiller mi turizmin taşıyıcı atraksiyon unsuru olur? Biliyoruz ki bu ada binyıllar boyunca çeşitli kültürlerin kavşak noktası olmuş ve kültür mirası açısından da geriye birçok değer kalmıştır. Ancak bu mirasın mirasyedileri olarak değerinin farkında olduğumuz pek söylenemez.
Sadece Mağusa’dan bahsedecek olursak, bir Ortaçağ, daha sonra Rönesans ve Osmanlı dönemlerini görmüş, tüm görkemiyle ayakta kalmış bir kent var karşımızda. Erken gotik tarzda birçok kilisesi ve kentin Rönesans dönemini karakterize eden Venedik Sarayı harabeye dönüşse de Ayakta duran Lala Mustafa Paşa Camii (St. Nicolas Katedrali-Lüzignan) Mağusa’yla özdeşleşen tarihsel bir anıttır. Bakıma, restorasyona muhtaç, bakıldığında merhamet uyandıracak bir hale terk edilmiş bu antik mimari değer sadece Kuzey Kıbrıs’ın değil Dünyanın da sayılı kültür miraslarındandır. Bu eserin bir benzeri de Fransa’nın başkenti Paris’te yer almaktadır. Zaten oradan esinlenerek yapılmıştır. Notre Dame Katedrali olarak bilinen bu eserin yapımına 1163 yılında başlandı ve 170 yıl boyunca inşa edildi. Mağusa’da hüküm süren Lüzignan krallığı Mağusa’daki katedralin yapımına 1299 yılında başlar ve yapımı uzun yıllar alır.
Elbette ki Mağusa’nın diğer büyük karakteristik kültür mirası da antik kent surlarıdır. Rönesans döneminin savunma mimarisinin en etkili örneklerinden biridir. Sur içi güzergâhına bakıldığı zaman tam bir açık hava müzesi olma kapasitesi olan eşsiz olanaklara sahip bir kent var karşımızda. Peki, bu antik kentin ne kadarı hangi kapasiteyle turizme hizmet veriyor? Kent ve ülke ekonomisine olan katkısı nedir? Bu tarihsel değerlerin ne kadarı kullanılıyor? Bu konuda neler yapmak lazım? Bu sorular ne kadar soruluyor ve yanıtları nedir? İşte bu aşamaya gelince durumlar pek iç açıcı değil. Mağusa’ya acilen bir butik arkeolojik müze gerekir. Bunun yanında tüm dönemleri içeren bir kent müzesi hiç geç kalınmadan hayata getirilmelidir. Surlar dâhil restorasyonu yapılan, yapılmakta olan eski eser nitelikli mekânlar kültürel etkinliklerin kullanımına devredilmelidir. Mağusa sur içi paha biçilmez bir kültür mirasıdır ve bu miras kent yönetimi bütçesi ve ülkenin ekonomisine katkı koyacak en büyük hazinedir. Ancak öyle görülüyor ki, kültür mirası yönetimi açısından oldukça geride kalmış bir durumdayız. Şu aralar Yeni belediye başkanı Süleyman Uluçay bu konuda yeni adımlar atma adına Turizm bakanıyla bazı girişimlerde bulunmak safhasındadır. Umarız Antik Mağusa atıl halinden kurtulur, hayata döner ve gündelik yaşamımıza hem kültürel hem de ekonomik açıdan hayat katar. Bu aşamada radikal kararlar alınmak ve popülist kaygılardan arınmak kaçınılmazdır. Bir ülkenin geçmişi geleceğini kurtarabilir; bu bilinçle Mağusa’yı sadece ülkenin değil dünyanın önemli bir açık hava müzesine dönüştürebiliriz.
Özdinç Akdel