Hayreddin Turan
Gerçek dünya düzenine hoş geldiniz. Bu yeni dünya düzeni içerisinde, geleneksel müttefiklik anlayışları sarsılıyor ve uluslararası ilişkilerde pragmatizmin ağırlığı giderek artıyor. Devletler, artık etik ya da hukuki normlardan ziyade, stratejik çıkarlarına göre pozisyon alıyorlar. Bu bağlamda, NATO ve Avrupa Birliği gibi kurumlar da, üye ülkeler arasındaki görüş ayrılıkları nedeniyle giderek daha kırılgan bir yapıya bürünüyor.
Türkiye de bu yeni düzende kendine daha bağımsız ve etkili bir alan açmaya çalışıyor. Ekonomik ve askeri gücünü artırarak bölgesel dengeleri etkileme kapasitesini yükselten Ankara, Rusya, Çin ve ABD gibi aktörlerle karmaşık ve çok boyutlu ilişkiler geliştiriyor. Enerji koridorları, savunma sanayi iş birlikleri ve jeopolitik hamlelerle Türkiye, küresel sahnede kendi ajandasını belirleme iradesini ortaya koyuyor.
Bu süreçte, diplomasi yerini sert müzakerelere bırakıyor. Artık uluslararası arenada söz sahibi olmak için yalnızca müzakere masasında değil, sahada da güçlü olmak gerekiyor. Güçlü ordular, ekonomik dayanıklılık ve teknolojik üstünlük, devletlerin etkisini artıran en önemli unsurlar haline geliyor. Bu yeni dünya düzeninde, “haklı olan değil, güçlü olan” belirleyici konumda bulunuyor. Trump’ın ortaya koyduğu söylem, yalnızca ABD’nin değil, tüm dünya siyasetinin yeni kurallarını gözler önüne seriyor.
Küresel siyaset, enerji krizleri, ekonomik yaptırımlar ve askeri müdahalelerle şekillenirken, süper güçlerin yanı sıra orta ölçekli devletler de stratejik otonomilerini artırmaya yöneliyor. Türkiye’nin savunma sanayiinde yerli üretime odaklanarak SİHA ve füze teknolojilerinde yaptığı atılımlar, ülkenin uluslararası pazardaki etkisini artırıyor. Benzer şekilde, Avrupa Birliği’nin içindeki çatlaklar, Çin’in Kuşak ve Yol projesiyle yeni ekonomik koloniler oluşturma çabaları ve Afrika’daki yeni güç mücadeleleri, dünya düzeninin geleneksel yapılarının artık sürdürülemez olduğunu gösteriyor.
Sonuç olarak, artık uluslararası siyasette romantik ideallerin değil, sert güç politikalarının belirleyici olduğu bir dönem yaşanıyor. Devletler, uluslararası hukukun sunduğu soyut güvenceler yerine askeri ve ekonomik kapasitelerine dayanarak pozisyon alıyorlar. Yeni dünya düzeni, güçlü olanın kendi kurallarını dayattığı, diplomasi yerine çıkar hesaplarının ön plana çıktığı bir gelecek inşa ediyor. Bu çerçevede, Türkiye gibi yükselen aktörler için, doğru stratejilerle hareket etmek ve güçlü ittifaklar oluşturmak, hayati bir önem taşıyor.