2025 yılının ortasına gelinirken dünya, tarihinin en büyük göç hareketlerinden biriyle karşı karşıya. Savaşlar, siyasi istikrarsızlık, ekonomik dar boğazlar ve giderek şiddetlenen iklim krizi, milyonlarca insanı yaşadıkları yerleri terk etmeye zorluyor. Son veriler, zorunlu göçmen ve mülteci sayısının 122 milyonun üzerine çıktığını gösteriyor. Bu sayı, sadece bir yıl içinde %11’i aşan bir artış anlamına geliyor. Göç, artık yalnızca insani bir sorun değil; aynı zamanda ekonomik dengeleri etkileyen, uluslararası ilişkileri yeniden şekillendiren çok boyutlu bir olgu haline gelmiş durumda.
Suriye, Afganistan, Ukrayna ve Venezuela gibi ülkelerde süregelen krizler, göçmen akışının başlıca kaynaklarını oluşturuyor. Ancak bu yılın en çarpıcı gelişmelerinden biri, Sudan’da yeniden alevlenen iç savaş nedeniyle yaşanan büyük çaplı yer değiştirmeler oldu. Mısır’ın sıkı sınır denetimleri, Sudanlı göçmenleri tehlikeli Libya rotasına yönlendirdi. Bu durum, Avrupa Birliği ülkelerine yönelik yasa dışı geçiş girişimlerinde kayda değer bir artışa yol açtı. Yılın ilk çeyreğinde Avrupa’ya yapılan göçmen başvurularında %134 oranında artış kaydedildi.
Buna paralel olarak, iklim krizinin etkileri de göç hareketliliğini artırıyor. Kuraklık, seller, orman yangınları ve artan sıcaklıklar; özellikle Güney Asya, Sahra Altı Afrika ve Latin Amerika’da milyonlarca kişiyi yerinden ediyor. Uzmanlara göre 2022 yılında iklim kaynaklı nedenlerle yer değiştiren kişi sayısı 32 milyondu. Eğer mevcut eğilim devam ederse, 2050 yılına kadar bu sayı 1,2 milyara ulaşabilir. Bu öngörü, sadece insani yardım ve çevre politikalarını değil, küresel ekonomi ve istihdam planlarını da derinden etkileyecek.
Göçün ekonomik boyutu da giderek daha fazla dikkat çekiyor. Gelişmiş ülkelerde yaşlanan nüfus ve işgücü açığı, göçmenlerin önemini artırıyor. Almanya, Kanada ve Japonya gibi ülkeler, sağlık, inşaat ve tarım gibi sektörlerde nitelikli ve niteliksiz iş gücüne ihtiyaç duyarken, kontrollü göç politikalarını yeniden şekillendiriyor. Diğer yandan, göçmen akınına hazırlıksız yakalanan bazı ülkelerde sosyal hizmetlerde baskı, barınma krizleri ve toplumsal gerilimler artıyor.
Sınır güvenliği ve göç kontrolü, artık sadece iç politika konusu değil; uluslararası ilişkilerde belirleyici bir faktör haline geldi. Avrupa Birliği, İngiltere ve ABD gibi ülkeler, dijital göçmen kayıt sistemleri, biyometrik kimlik uygulamaları ve sıkı vize politikaları ile göç yönetimini sıkılaştırıyor. Ancak aynı zamanda, yasal ve belgeli göç yollarına dair yeni stratejiler de geliştiriliyor. Uluslararası forumlar ve veri temelli analizler, daha sürdürülebilir ve adil göç politikaları için umut vadediyor.
Küresel göç, 2025 itibarıyla geçici değil, kalıcı ve çok katmanlı bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. Bu sürecin ekonomik etkileri, göçmen işgücünün katkısı, altyapı baskısı, sosyal uyum sorunları ve uluslararası finansal yardımlar gibi birçok alanda hissediliyor. Bu nedenle göç, artık yalnızca sınırları değil, sistemleri de zorluyor.