KKTC/ Gazimağusa Özdinç Akdel
Aslında “Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde neler olmadı ki?” demek lazım. KKTC’nde üniversitelerin sayısı çoğalana kadar DAÜ’nde her şey güllük gülistanlıktı diyebiliriz; ancak pastadan pay alanların sayısı çoğaldıkça DAÜ de ekonomik olarak zayıflamaya başlar. Öğrenci sayısı azalırken yönetsel ve akademik kadroda küçülmek yerine gereksizce dağıtılan unvanlar ve mevkiler üniversitenin ekonomik omurgasına ağır gelmeye başladı.
Peki, bu öngörüsüzlüğün ve hesapsızlığın sorumlusu kim ya da kimler? DAÜ her zaman dar alanda paslaşmaların ve iktidar oyunlarının sahnesi oldu. Yükseköğrenimle ilgili bilimsel kaygılar yerine statü korumacılığına yönelik ayak oyunları DAÜ’ne denge kaybetmede en büyük etken oldu.Siyasi partilerin kendi aralarındaki çıkar anlaşmalarına yönelik görevlendirme ve işe alımlar, “benim adamım” korumacılığı en sonunda üniversiteyi iflasın eşiğine taşımış durumda.
Üniversitenin akademik kadrosuna ve yönetsel kadrosuna bakıldığı zaman, aile bağları olan, hatta karılı kocalı birçok çalışanı olan bir yapı çıkar karşımıza. DAÜ-SEN ise (Akademik Personel Sendikası) yükseköğrenim açısından üniversitenin hangi değerlere ve performans kriterlerine sahipolunması gerektiği üzerine düşünmek yerine yönetimi etkisi altına almayı yeğledi hep. Siyasi erkin belirlediği Vakıf Yönetim Kurulu ise görevinin bilincinde olmayan, karar alabilecek bilince sahip olmayan, liyakatten yoksun kişilerden oluştu hep.
KKTC’nin bir cankurtaranı olsun diye Türkiye’nin katkılarıyla kurulan bu üniversite ekonomik açıdan yine Türkiye’nin katkılarıyla ayakta tutulurken, artık varlığının anlamını karşılayacak bir konumda olmaktan çoktan çıkmış ve bir sorun haline gelmiştir. Mali öngörüsüzlük, rasyonaliteden yoksun unvan dağıtma ve eğitsel yapılanma DAÜ’ni başka bir yere taşıyamazdı. Örneğin bir fakültede her bölümde bir profesörün olması yeterli iken her yeterli puan derleyenin profesör yapılması mali külfeti artırmaktan başka işe yaramıyor; hâlbuki kadro ihtiyaca göre açılır.
Yönetsel ve Akademik personelin laçkalığı, görevi minimize ederek hak edilmeyen maaşlar alma, “kolla beni kollayım seni” anlayışı, vasatlar dayanışmasıyla ortaya çıkan bir zümre çıkarcılığı ve kliklerin iktidar hırsı DAÜ’ni başka bir yere getiremezdi.
Elbette ki bulunduğu mevkii ve unvanı hak eden akademisyen ve yönetsel elemanlar vardır, ancak bunların sayısı oldukça azdır. Dayanabilen dayanır, kendi işine odaklanır, en iyisini yapmaya çalışır ama düzen de devam eder. Ya da dayanamayan çekip gider meydan da hak etmeyenlere kalır… DAÜ’nin rektörlük kavgaları hep bu erk çatışmalarının etrafında oluştu; rektör indir, rektör bindir oyunlarının çok sahne aldığı bir üniversitedir DAÜ. Bir kısım akademisyenin(DAÜ-SEN) “benim adamım” diye rektör seçtiğini yine aynı klik, o kişiyi “istenmeyen adam” ilan ederek indirebiliyor. Bunun da adına demokrasi diyorlar; ya liyakat? Otak aklın değil ortak çıkarın hüküm sürdüğü tüm yapılar çökmeye mahkûmdur, DAÜ’nin içinde bulunduğu durumdan çıkarılacak ders budur…